8 Temmuz 2017 Cumartesi

Çok Çalışmak, Pozitif Bakış Açısı ve Standart Kalıpların Ötesinde Düşünmek




Çok Çalışmak, Pozitif Bakış Açısı ve Standart Kalıpların Ötesinde Düşünmek

“Başarısızlık yol göstericidir. İyi düşünen bir insan başarısızlıklarından çok fazla şey  öğrenebilir.” John Dewey

“Tek bir yenilgiyi hiçbir zaman kesin bir yenilgiyle karıştırmayın.” F. Scott Fitzgerald
                              





Her seferinde çalışmanın ne kadar önemli olduğunu anlatılır. Kuşkusuz çalışma ve azim başarılı olmada çok önemlidir. Malcolm Gladwel, “Çizginin Dışındakiler, Bazı İnsanlar Neden Daha Başarılı Olur?” kitabında çalışmanın önemine ve çok başarılı insanlar için 10.000 saat kuralına dikkat çekmişti.

10.000 saat kuralına göre bir konuda çok başarılı olmak için o konuyla ilgili olarak ortalama olarak 10.000 saatlik bir çalışma yapmak gerekiyor.  Bu kuralı geliştiren Anders Ericsson’a göre Malcolm Gladwell bu kuralı oldukça basit ve hatalı biçimde ele almış. Ericsson’a göre mesele sadece çalışmayla sınırlı değil; çalışma önemli ama nasıl çalışıldığı da çok önemli. Ericsson başarılı olmak için amaca dönük bir çalışmanın önemini özellikle vurguluyor. Amaca dönük çalışma sürekli olarak aynı çalışmaları tekrar tekrar yapmaktan öte bir şey.

Amaca dönük çalışma gelişmeye odaklanmış, geri bildirim yaparak yapılan hataları düzeltmeye dayalı, basit tekrarların çok daha ötesinde bir çalışma türüdür. Bu çalışmayı yapan kişi bir taraftan sınırlarını biraz zorlarken diğer taraftan da yeni stratejiler ve teknikler geliştirerek çok daha etkili çözümlere ulaşabilir.  Bu tür çalışmalar çoğunlukla yalnız başına yapılsa da öğretmen ve koçlar öğrencilere yapılan hatalarla ilgili olarak önemli geri bildirimler, ipuçları ve bilgiler verebilir. Elbette bu yöntemde de öğretmenlerin öğrencilere kazandırdıkları stratejilerin,  çalışma yöntemlerinin büyük önemi vardır. Bu yöntemde de tekrarların önemi göz ardı edilemez, çünkü tekrarlar sayesinde bilgiyi uzun süreli hafızaya yerleştirmek mümkün olduğu gibi, her bir tekrarda daha önce gözden kaçırdığımız önemli bir yeri ya da hatayı fark edip düzelterek daha da iyi öğreniriz.  Amaca dönük çalışma bu tür tekrarları kapsamasının yanında çalışmayla ilgili strateji ve yöntemleri de içine alan daha kapsamlı bir çalışma türü olarak düşünülebilir. Tabii buradaki tekrarların nasıl yapıldığı da önemli,  amaca dönük çalışma biçiminde yapılan tekrarlar salt otomatik tekrarların ötesinde, beynimizi daha çok kullanmaya ve onun daha çok aktif olmasına dayalıdır. Bu tür tekrarlar daha çok odaklanmayla, her seferinde yaptığımız iş üzerinde daha çok düşünüp zaman zaman daha etkili yeni stratejiler ve yöntemler geliştirmekle gerçekleşiyor.

Örneğin amaca dönük tekrarlarla bilmediğimiz kelimeleri öğrenmeye çalıştığımızı düşünelim. Bir seferinde tek bir kelimeyi öğrenmeye çalışırsak beynimiz buna kolay bir şekilde adapte olacak ve zorlanmaksızın her seferinde bu tekrarı kolay bir şekilde yapacaktır.  Üstelik bu çalışma yönteminde beynimizi yeterince kullanmadığımız ve onu zorlamadığımız için öğrenmeye çalıştığımız kelimeyi unutmak da son derece kolay olacaktır. (Tabii çok dikkatimizi çeken veya sık sık kullanmak zorunda kaldığımız kelimeler bu gruba girmeyebilir.) Ama birden fazla, diyelim ki üç, beş veya on kelimeyi birlikte öğrenmeye çalışırsak beynimiz belki de her tekrar da zorlanacak ama her zorlanma onun daha iyi bir şekilde öğrenmesini sağlayacaktır. Şimdi diyelim bu kelimeleri daha önceden öğrendiğimiz kelimelerle karıştırarak tekrar yaptığımızı düşünelim. Bu defa daha önceki kelimeleri de tekrar hatırlamaya çalışacağız, bu işlem için daha fazla beynimizi kullanmaya çalışacağız, tüm bunlar ise öğrenmemizi daha kalıcı hale getirecektir. Bundan sonra tüm bu kelimeleri kullanarak cümleler kurduğumuzu, kompozisyon yazdığımızı, konuşarak derdimizi anlatmaya çalıştığımızı veya yazılı cümle ve metinleri, konuşmaları dinlediğimizi ve anlamaya çalıştığımızı veya anlamak için büyük çaba içinde olduğumuzu düşünelim. Böylelikle öğrendiklerimiz bir anlam kazanacak, beynimiz tüm bu anlam dünyasını oluşturmak ve bunları anlamak için çaba içinde olacak bu ise öğrenmeyle ilgili hem anlam dünyamızı zenginleştirecek, hem de bu anlam dünyası yeni şeyler öğrenmemizi tetikleyecektir.

Diğer yandan Malcolm Gladwel’in yanıldığı ikinci şey ise 10.000 saat kuralını neredeyse her türlü alana uygulamaktır. Fakat 10.000 saat kuralı birçok alana uygulanamaz. Ancak objektif olarak ölçebileceğimiz satranç, piyano çalmak, yüzmek, atletizm vb. gibi alanlar için 10.000 saat kuramından söz edebiliriz. Fakat bu durumda dahi bu çalışmaların bilinçli olması ve amaca dönük çalışma olması gerekiyor. Kısaca 10.000 saat kuralı amaca dönük çalışmalar olduğunda anlam kazanıyor.

Yine de çalışmanın önemi göz ardı edilemez. Satranç, birçok spor dalı, müziğin birçok alanında üstün başarılı olmak için epey bir süre çalışmak gerekiyor.  Sadece bununla da sınırlı değil: birçok konuda, bilim alanında başarılı olmak veya uzman olmak için çok uzun bir süre çalışmak gerekiyor. Tabii bu ille de 10.000 saat olmayabilir. Konuya, kişinin yeteneklerine, potansiyeline, ruh haline, tutumuna, sahip olduğu imkânlara ve onları nasıl kullandığına, kullandığı veya kullanılan strateji ve yöntemlere, toplumsal ve çevresel şartlara göre bu süre daha uzun veya kısa olabilir.  Ama hemen hemen tüm alanlarda iyi olmak için çalışma gerekir. Çok iyi olmak istiyorsak da daha çok çalışmak,  aynı zamanda nasıl başaracağımız konusunda daha çok düşünmek zorundayız.

Kaptan Robert Falcon Scott ile Roald Amundsen arasında Antarktika kıtasının keşfi sırasında yaşanan çekişme başarılı olmada amaca dönük çalışmanın önemini çok iyi gösterir. Bunun yanında Kaptan Scott ile Amundsen arasında yaşanan mücadele “amaca dönük çalışmaların” da ötesinde, başarılı olmada şartların, ihtiyaçların ve göz ardı ettiğimiz birçok önemli faktörün de etkisini ortaya koyması bakımından önemli bir örnektir.

Kaptan Scott oldukça disiplinli, son derece güçlü,  çalışkan ve kararlı bir subaydı. Aynı zamanda Scott büyük işler başarmak istiyordu. O zamana kadar hiçbir insanın ayak basmadığı yerlere gitmek için yanıp tutuşuyordu. Dünyanın birçok yeri, şu veya bu şekilde keşfedilmişti ama Antarktika hala birçok açıdan gizemini koruyordu. Buzlarla kaplı Antarktika kıtası Kuzey Amerika ve Orta Amerika’nın toplamından bile daha büyük bir yerdir.  Bunun yanında Antarktika kıtası Kuzey Kutup yakınlarındaki Arktika bölgesine göre de çok daha ıssızdır. Çünkü en azından Arktika bölgesinde Eskimolar yaşarken Antarktika’da yaşayan halklar ve kabilelerden bahsetmek mümkün değildir. Üstelik Antarktika, dünyanın en yüksek rakımlı, en soğuk, en kuru ve en rüzgârlı kıtasıdır.

Dünyadaki en büyük ve en tehlikeli buzullardan biri olan Beardmore buzulu Antarktika’dadır. 60 km’ye ulaşan uzunluğu ve 30 km’lik genişliği ile Lambert Buzulu adeta geçit vermez bir kale gibidir. Buzulda yer yer 60 metre derinliğe ulaşan çatlaklar buradaki ulaşımı çok daha zorlu ve tehlikeli kılmaktadır. Bu açılardan düşünüldüğünde Güney Kutbu’na ulaşmak Kuzey Kutbu’na ulaşmaktan çok daha zordur. Aslında Antarktika’nın keşfi için önceleri bölgeye birçok keşif yolculukları yapılmış ama hiç kimse Güney Kutbu’na ulaşamamıştı. Buna rağmen bu zorlu keşfi İngiltere’deki Kraliyet Coğrafya Topluluğu başarmak istiyordu.  19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın başlarında Britanya İmparatorluğu birçok açıdan zirvede idi. Britanya İmparatorlu için coğrafi keşifler son derece önemli idi. 

Kasım 1902 yılında Kaptan Scott, Doktor Edward Wilson ve Ernest Shackleton Antarktika kıtasındaki nokta rekorunu 82°16' enlemiyle kırdılar. Bu başarı da Kraliyet Coğrafya Topluluğu’na yeterli gelmemişti, çünkü bu başarıya rağmen halen Güney Kutbu’na ulaşmak mümkün olmamıştı. Ernest Shackleton, 1907 ve 1909 yılları arasında “Nimrod Keşif Seferi” ismiyle anılan keşif yolculuğuna çıktıysa da Güney Kutbu’na varamadı.  Buna rağmen Ernest Shackleton Güney Kutbu’na oldukça yaklaşmıştı. Bunun ardından Kraliyet Coğrafya Topluluğu, 1910 ile 1913 yılları arasında Terra Nova Seferi olarak adlandırılan daha kapsamlı ve donanımlı bir keşif seferi düzenledi. Ve Kaptan Scott Terra Nova keşif yolculuğuna önderlik yapmak üzere seçildi. Kaptan Scott’un Antarktika’nın keşfi ilgili daha önceki deneyimleri ve bu keşiflerdeki başarıları bu seçimde etkili olmuştu.

Terra Nova keşif yolculuğuna katılmak için 8000 kişi başvurmuştu. Ama bu başvurulardan sadece 65’i uygun görüldü. Keşif yolculuğuna İngiliz halkının büyük bir ilgisi ve desteği vardı. Keşif yolculuğu için Kraliyet Coğrafya Topluluğu, Kraliyet Topluluğu, devletin ve halkın da yardımıyla önemli miktarda para toplanmıştı. Fakat Güney Kutbu’na ulaşmak isteyen sadece Kaptan Scott değildi. Norveçli kâşif Roald Amundsen de Güney Kutbu’na ilk olarak varmak istiyordu.  Aslında Roald Amundsen, epey bir süredir Güney Kutbu’na ulaşmanın hayallerini kuruyor ve bunun içinde ciddi olarak hazırlanıyordu.

Roald Amundsen çocukluğundan beri büyük keşiflere ilgi duymuştu.  Daha genç yaşlarda John Franklin’in Kuzeybatı Geçidi’ni bulmak için yaptığı seferden ve bu seferlerin sonuçlarından çok etkilenmişti. John Franklin’in bu seferi çok büyük bir felaketle sonuçlanmış, keşif için yola çıkan iki gemi ve mürettebattan bir daha haber alınamamıştı. Son derece üstün başarılara sahip John Franklin bu seferde başarısız olmuştu. Üstelik Franklin’in yönetimindeki gemiler zamanın en modern buharlı gemileri idi. İki gemide de insanların her türlü ihtiyaçları düşünülmüş, Franklin bu konuda en yetenekli yardımcıları yanına da almıştı. Gemilerde onlara üç yıl yetecek erzaklara da sahiptiler. Fakat tüm bunlar John Franklin’in büyük bir felaket yaşamasını ve buzullar arasında kaybolmasını engellemedi. 


John Franklin'in Kuzey Batı Geçidi keşif yolculuğu sırasında buzlar arasında sıkışan gemisi.

Roald Amundsen, John Franklin ve diğer büyük kâşiflerin başarısızlıkları üzerinde epey düşündü, kitaplar okudu. Keşiflerle ilgili daha çok deneyim kazanmak için 1897 ile 1899 yılları arasında Belçika Antarktika Seferi olarak bilinen seferde üçüncü kaptan olarak görev aldı. Bu sefer her ne kadar bazı açılardan başarısız olsa da tam bir başarısızlık değildi. Amundsen bu başarısızlıklardan ve seferden çok şey öğrendi.  İlk olarak, bu seferde Amundsen buzullardaki ve uzun deniz yolculuklarında mürettebatın korkulu rüyası olan skorbit hastalığına karşı nasıl mücadele etmek gerektiğini öğrendi. Skorbit hastalığı kâşiflerin başarılı olmalarının önünde çok büyük bir engeldi. Bu hastalık kâşifleri son derece güçsüz bırakıyor veya bazı durumlarda onların ölmelerine neden oluyordu.

Taze sebze ve meyveleri yemek skorbit hastalığına karşı bir koruma sağlıyordu. Fakat kâşifler ve uzun deniz yolculuklarına çıkanlar yiyecekleri korumak için tuzlayarak, kurutarak ve konservelerde saklayarak korumaya çalışıyorlar, bu ise yiyeceklerdeki tüm C vitaminini yok ediyordu. Hastalığın nedeni anlaşılamadığı için bir türlü uygun bir çözüm de geliştirilemiyordu. Buna rağmen o zamanlar içinde bu hastalığa karşı etkili çözüm geliştirenler vardı.  Örneğin Frederick Cook skorbit hastalığı üzerinde epey düşünmüş ve etkili bir çözüm geliştirmişti. Taze yarı pişmiş etleri tüketmek hastalığa karşı önemli bir koruma sağlıyordu. İşte Amundsen Güney Kutbu’na yaptığı bu seferde Frederick Cook ile birlikte çalışmış ve ondan bununla ilgili çok şey öğrenmişti. İkinci olarak Amundsen buzullardaki keşiflerde küçük grupların daha avantajlı olduğunu anladı. Çünkü büyük bir grup beslenme, barınma, hareket açısından çok ciddi zorluklarla karşılaşıyor, bu da grubun başarı şansını azaltıyordu. 

Üçüncü olarak Amundsen buzullarda kayaklarla birlikte köpekleri kullanmanın çok önemli olduğunu fark etti. Özellikle kayakları etkili bir şekilde kullanabilen kâşifler buzullarda hızla yol alabilir ve hedefe de çabuk ulaşabilirdi. Yiyeceğin sınırlı, şartların çok çetin olduğu bir ortamda hedefe hızlı bir şekilde varmak ve geri dönmek kuşkusuz önemli idi. Köpekler bu çetin yolculukta malzemelerin taşınmasında çok büyük yardımcı ve belki de o zamanlar için alternatifleri arasında en iyisi idi. Ama kızaklara binerek sadece köpeklere yüklenmek de doğru değildi. Çünkü bu defa köpekler çok güçsüz kalacak, bu da seferin başarısız olmasına yol açacaktı. O yüzden kâşifler köpeklerle uyumlu olarak kayakları da ustalıkla kullanmalıydı. Dördüncü olarak Amundsen buzullarda zor koşullara dayanmak için en iyi giyinme biçimi olarak Eskimoların örnek alınması gerektiğini anlamıştı.

Tüm bu kazandığı deneyimlerden sonra Amundsen, John Franklin’in başaramadığını yapmak, çok zorlu bir keşif olan Kuzey Batı Geçidi’ni bulmak için planlar yapmaya başladı.  Ve Amundsen 1903 yılında da küçük bir tekne ve altı kişilik mürettebat ile Kuzey Batı Geçidi’ni bulmak için keşif yolculuğuna çıktı. Yolculuk sırasında Eskimolarla karşılaştı ve bir süre onlar arasında yaşamaya karar verdi. İki yıla yakın Eskimolarla birlikte yaşadı. Bu süre içinde Eskimoların kültürünü, yaşam biçimini benimsedi. Eskimoları anlamak ve onlardan biri gibi olmak için çok büyük bir çaba harcadı. Eskimolardan avlanmasını, barınak yapmasını, köpekleri kullanmasını öğrendi. Amundsen, Eskimolar gibi giyiniyor, onlar gibi düşünmeye ve olmaya çalışıyordu. Bu şekilde yoğun çabayla Amundsen kâşifler arasında ve modern dünyada Eskimoları en iyi anlayan, onlar gibi davranmayı en iyi bilen biri oldu. Bunun yanında buzullarda yolculuk yapmak için Eskimolardan öğrendiği strateji ve yöntemleri, modern yöntemlerle birleştirmeye çalıştı. Yani hem Eskimolardan, hem de tüm kâşiflerin deneyimlerinden büyük dersler çıkartıyor, kendi tecrübe ve düşüncelerini de işin içine katarak daha etkili stratejiler bulmaya çalışıyordu. Böylelikle Amundsen 1906 yıllarında zorlu Kuzey Batı Geçidi’ni buldu ve yolculuğunu başarıyla tamamladı.

Amundsen Kuzey Batı Geçidi’ni keşfettikten bir süre sonra Kuzey Kutbu’nu keşfetmeyi hedeflemiş ve bu yönde çalışmalara başlamıştı. Ama Kuzey Kutbu Robert Edwin Peary tarafından keşfedilince Amundsen Güney Kutbu’nu keşfetmeye odaklandı. Bu yolculukla ilgili olarak lojistik ve araç gereç sorunlarını en ince noktasına kadar düşündü. Antarktika üzerine yazılı tüm yazılı eserleri okudu. Antarktika’yı keşfetmeye çalışan kâşiflerin görüşlerini inceledi, hatalarını anlamaya çalıştı. Avantajlı biçimde başlamak ve zamandan kazanmak için daha önce hiç denenmemiş bir yol üzerinden Güney Kutbu’na ulaşmaya karar verdi. Ve neredeyse iki yıl boyunca Güney Kutbu’nun keşfi konusunda etraflıca kafa yordu ve hazırlık yaptı. Yakıt kaçağını engelleyecek yöntemler üzerinde çalıştı ve en sonunda yakıtları sızmayacak şekilde depolamayı başardı.  Amundsen bu sorunun önemli bir sorun olduğunu fark etmişti. Depoladıkları yakıtların kaçaklar sonucu azalması suları ısıtmalarını engelliyor, bu da onların ciddi bir sürü başka sorunlar yaşamasına neden oluyordu.

Amundsen, 1910 yılında çok zorlu bir mücadele olan Güney Kutbu’nu keşfetmek Antarktika’ya geldiğinde son derece tecrübeli bir kâşifti. Ama zorluk sadece doğaya karşı değildi. Amundsen aynı zamanda Kaptan Robert Falcon Scott ile de karşı karşıya gelmişti. Kaptan Scott da tecrübeli bir kâşifti. O da Amundsen gibi hayatını coğrafi keşiflere adamıştı. Bunun yanında Kaptan Scott ve ekibi çok daha büyük maddi imkânlara, para gücüne sahipti. Ne de olsa Kaptan Scott’un arkasında Büyük Britanya vardı.  Norveç, Amundsen’i destekliyordu ama bu destek Kaptan Scott’a yapılan destek karşısında daha cüziydi.  Ne de olsa Norveç 1900’lü yılların başında, yani bir anlamda daha yeni bağımsızlığına kavuşmuş ufak bir devletti. Büyük Britanya gibi çok geniş imkânlara sahip değildi.

Fakat Kaptan Scott ise baştan büyük hatalar yaptı. Scott köpeklerin buzullardaki keşiflerde önemli bir yardımcı olduğunu anlamamıştı. Scott daha önce katıldığı Discovery keşif yolculuğunda köpekleri kullanmış ve onların bu sefer için çokta uygun olmadığını düşünmüştü. Aslında burada sorun Scott’un köpeklerini nasıl kullanacağını bilmemesinden kaynaklanıyordu. Ama Scott bunu fark edemediği gibi yanlış biçimde düşünerek sorun olarak köpekleri görmüştü. Ayrıca Scott ve ekibi kayakları kullanma konusunda çok deneyimli değillerdi. Oysa başarı için kayak ve köpekleri birlikte uyum içinde kullanabilmek gerekiyordu. Köpeklerin çok hızlı gitmesi kayak ekibinin arkada kalması sonucu Scott köpeklere güvenmiyordu. Ama midilli atları bu iş için köpekler kadar uygun değildi. Diğer yandan Scott, Shackleton’un Nimrod keşif seferinde midilli atlarını tercih etmesinden de etkilenmişti. Bunun yanında o zamanlar için İngiltere’de uzmanlar arasında yaygın olan kanı da midilli atlarının bu işin uygun olduğu idi. Aslında midilliler de buzullardaki yolculuk için uygun olabilirler.

Ama mesele salt Güney Kutbu’na ulaşmak değildi, mesele aslında ilk önce oraya kimin varacağı idi. Scott, Amundsen ile yarışında çok yönlü bir strateji kullanmaya çalıştı, hem köpekleri, hem midilli atlarını, hem de motorlu kayakları kullandı. Ama motorlu kayaklar da Scott’un düşündüğü gibi çıkmadı. Yolculuk sırasında motorlu kayaklarda bir sürü arıza ve sorun çıktı,  kısa zaman içinde motorlu kayaklar kullanılamaz duruma geldiler, midilli atları ise köpekler kadar etkili olamadı. Ve Kaptan Scott köpekleri de iyi bir şekilde kullanamadı. Yine yapılan araştırmalar kaptan Scott ve ekibinin yolculuk sırasında yeteri kadar beslenemediğini ortaya koymuştu. Yetersiz beslenme özellikle zorlukların had safhada olduğu bir yerde ciddi sorunlara yol açabilir. Üstelik Scott,  daha önceki keşif yolculuklarında karşılaştığı yakıt kaçağı sorununu ciddiye almamış, bu sorunu önemsememiş, bunun sonucunda da bazı sıkıntılarla karşılaşmıştır. Hâlbuki Amundsen bu sorunu ciddiye alıp bir çözüm geliştirmişti.


“Problemin tanımlanması, çoğu kez çözülmesinden daha önemlidir. Ortaya yeni sorular, yeni olasılıklar atmak, eski sorulara yeni bir açıdan bakmak, yaratıcı bir düş gücü gerektirir ve bilimde gerçek ilerleme sağlar.” Einstein

Bunların sonucunda Scott  ve ekibi giderek daha kötü  beslenmiş, yakıtlarındaki kaçak sorunu yüzünden giderek daha kötü su kıtlığı sorunuyla karşılaşmış, hem de köpekleri etkin biçimde kullanamadıkları, hem de ellerindeki midilli atları köpekler kadar işlevsel olmadığı için yükün büyük bir kısmını insan gücüyle çekmek zorunda kalmışlardı. Tüm bunlar ise onların kısıtlı güçlerini daha da tüketmiş,  giderek çaresiz duruma düşmelerine ve sonunda ölümlerine neden olmuştur. 




Roald Amundsen, 14 Aralık 1911’de, Güney Kutbu’na ulaşmayı başardı.  Kaptan Scott ise  Amundsen’den 35 gün sonra Güney Kutbu’na ulaşabildi. Scott, Amundsen ile girdiği yarışı kaybetmişti. Bu yarışı kazanmak  ve Amundsen’den önce Güney Kutbu’na varmak için çok yoğun biçimde mücadele etmiş, her şeyini ortaya koymuştu ama tüm bunlar  onun kazanmasına yetmedi. Üstelik Kaptan Scott ve ekibi geri dönüş yolculuğunda hayatlarını da kaybettiler. Buna karşılık Amundsen ve ekibi tek bir kayıp vermeden geri dönmeyi başardı. 



“Bilimin şaşırtıcı ve umulmadık buluşlarını ortaya çıkaran, yaratıcılık ile kuşkuculuk arasında gerilimdir.” diyordu Carl Sagan. Scott da oldukça yaratıcı biçimde düşünmüş, yeni strateji, yöntemler ve araçlar kullanmıştı, ama motorlu kayak örneğinde olduğu gibi bunların gerçek yaşamda istenildiği gibi bir karşılıkları olmadı. Scott  büyük maddi imkanlara ve olanaklara sahipti. Ama maddi imkân ve olanaklar, çalışma ve disiplin, sonuna kadar mücadele çok önemli olsa da her şey değildir. Başarıda aynı zamanda akıl, strateji, yöntemler ve düşünceler de son derece önemlidir. Bunları yeterince dikkate almayan bir güç yenilmeye mahkûmdur. Çünkü büyük stratejiler asıl güçlerini doğanın, çevrenin ve evrenin nasıl davranacağını anlamaktan ve bunların olağanüstü güçlerine uygun davranmalarından alırlar.

Bu açıdan çalışırken hiç durmaksızın çalışıp aynı şeyleri tekrarlamak yerine bazen düşünmek, sorgulamak, soruna farklı bir açıdan bakmak, zaman zaman dinlenerek bilinçaltını da devreye sokmak gerekebilir. Örneğin ünlü matematikçi, yazar ve felsefeci Bertrand Russell şöyle diyordu:

“Benim inancım şudur ki, eğer yeterince gayret edilirse, bilinçli bir düşünce bilinçaltına yerleştirilebilir. Bilinçaltının büyük bir bölümü, geçmişin bilinçli duygusal düşüncelerinden oluşmuştur. Böylesi düşünceler bilinçaltına gönderilebilir. Böylece bilinçaltı birçok yararlı iş yapabilir. Örneğin, ben şunu anladım: Oldukça zor bir konuda yazı yazacağım zaman, birkaç saat ya da birkaç gün o konuyu çok büyük bir yoğunlukta (gücümün yettiği en büyük yoğunlukta) düşünürüm; sonra işi sürdürmesi için bilinçaltıma emirler veririm. Birkaç ay sonra konuyu bilinçli olarak yeniden ele aldığımda işin tamamlanmış olduğunu görürüm. Bu yöntemi bulmadan önce, aylarca hiçbir ilerleme kaydedemez, üzülür dururdum, üzülmek de çözüm getirmediğinden aylar boşuna geçerdi; oysa şimdi, o ayları başka işlere ayırabiliyorum.” (Bertrand Russel, Mutlu Olma Sanatı, (Çeviren: Yunus  Sağlamtürk, Say Yayınları), 2014, s.62)

 Ünlü matematikçi Poincare de Russell’ın sözünü ettiğine benzer bir yaklaşımla matematiksel problemleri çözdüğünü açıklamıştı. Bu arada belirtelim Poincare’nin çözdüğü sorular hayli zor sorulardı. Benzer çalışma stratejileri birçok ünlü sanatçının, bilim adamının, kâşifin yaklaşımında görülebilir.

Başarmada gerçek yaşamda karşılıkları olsa bile bazen düşünmek, çözümler üretmek de yetmez, aynı zamanda rakiplerimizin ne düşündüğünü de düşünmek ve ona uygun çözümler üretmek gerekir. Tabii o zaman belki de rakiplerimiz de bizim ne düşündüğümüzü düşünmeye çalışarak çözümler geliştirecek, biz de onların yeni çözümlerine ve hamlelerine karşı tekrar yeni stratejiler ve çözümler üzerinde kafa yormak zorunda kalacağız. Bu şekilde kaçınılmaz olarak üstbiliş (metacognition) yöntemleri üzerinde odaklanacağız. Yani düşünme hakkında düşünüp öğrenme stratejileri  ve zihin operasyonlarını gözden geçireceğiz. Böylece sürüp giden dinamik bir döngü oluşacaktır. Buna bir açıdan Kırmızı Kraliçe Etkisi de diyebiliriz. Bir sistem veya canlı onunla birlikte evrim geçiren bir çevrede başarılı olmak ve hayatta kalabilmek için sürekli olarak değişen şartlara uygun çözümler üretmek zorundadır. Buradan da anlaşılacağı üzere toplumsal ve çevresel şartlar, statik ve değişmez değildir, toplumsal ve çevresel şartlar kompleks dinamik (hareketli ve değişen) unsurlardır. İşte rakipler ile mücadele edebilmek ya da değişen çevre ve ekolojiye uyum sağlamak açısından tüm bu unsurlar dikkate alınmalıdır.                                                                                                          Levent ÖZBEK

0 yorum:

Yorum Gönder